Fehmi Koru*
Meclis’te komite başkanlığı misyonu de bulunan akademisyen kökenli bir AK Partili -Hatay milletvekili Hüseyin Yayman– seçimi vaktinden önceye alma niyeti artık açıkça belirli olan iktidarın sözcüsü olarak, bir basın toplantısı düzenlemiş. Orada sarf ettiği bir görüş bana şaşkınlık yaşattı.
Okuyalım:
“Bir milletvekili, Hatay’ın bir evladı ve ömrünü demokrasi uğraşına adayan biri olarak isterim ki, seçimler, 14 Mayıs’ta yapılsın. Zira 14 Mayıs’ın sembolik bir kıymeti vardır. 14 Mayıs 1950 tarihi Türkiye’de, ‘yeter kelam milletindir’ diyen Demokrat Parti’nin iktidara geldiği tarihin ismidir. 27 yıllık tek parti iktidarına karşı, CHP’nin sultasına, diktasına karşı Anadolu ihtilalinin ismi 14 Mayıs’tır. Türk demokrasi tarihinde sembolik manası büyük olan 14 Mayıs tarihi, benim kanaatimce seçimler için en uygun tarihlerden bir adedidir.”
Söylediklerinden, seçimin haziran ortası olarak belirlenmiş tarihini TBMM bir hafta bile geriye alsa o makama iki defa seçildiği için üçüncü kere aday olabilmesinin önünde anayasal mahzur bulunan Tayyip Erdoğan’ın önünün açılmış olacağı hesabının AK Parti içerisinde yapıldığı anlaşılıyor.
Hukukçulara nazaran yerinde bir görüş değil bu; belirlenecek yeni tarihin ‘erken seçim’ sayılabilmesinin de kaideleri var, fakat benim üzerinde durmak istediğim, açıklamanın o kısmı değil.
‘Sembolik önem’ olarak isimlendirilen 14 Mayıs 1950 ile yapılacak birinci seçim ortasında kurulan benzerlik bana şaşırtan geldi.
Yukarıda verdiğim alıntıyı okurken sizlerin de şaşırdığınızı sanırım.
Milletvekilinin verdiği bilgi yanlışsız: Çok partili hayata geçildikten sonra kurulmuş Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimde halkın oyunun yarıdan fazlasını alarak (%55.2) ülkede iktidar olmuştu.
Demokrat Parti o seçimi “Yeter kelam milletindir” kampanyası ile kazanmıştı.
Bunlar hakikat tespitler.
Hatta, o seçimin, yeniden milletvekilinin tabirini kullanırsak, 1950 öncesindeki CHP tek parti iktidarının ‘sultasına, diktasına’ halkın karşı çıkışı olarak kıymetlendirilebileceği de söylenebilir.
İyi de önümüzdeki seçim ile 14 Mayıs 1950’de yapılmış olan seçim ortasında nasıl bir benzerlik var?
Günümüzde tıpkı slogan kullanılacak olsa “Yeter kelam milletindir” karşı çıkışı kime karşı yapılacak?
Tek parti iktidarının?
Sultanın?
Diktanın?
O gün olduğu üzere CHP artık de iktidarda mı?
Değil.
E, öyleyse?
Bunlar iktidar olmayan muhalefetteki bir parti için kullanılabilecek sıfatlar olamayacağına nazaran, 14 Mayıs 2023’te yapılması teklif edilen seçim, nasıl oluyor da, ‘sulta’ ve ‘dikta’ olarak tanımlanan bir iktidar anlayışına karşı halkın uğraş vererek kazanılmasını sağladığı 14 Mayıs 1950 seçimi ile ortada benzerlik kurularak ‘sembolik’ bedelde bulunabiliyor?
Galiba bir yanlışlık var.
Yanlışlık da bu benzetmeyi bir AK Parti sözcüsünün yapmasından kaynaklanıyor.
Peki muhalif bir siyasetçi bu türlü bir benzerlik kurabilir miydi iki seçim ortasında?
Mevcut ortamda, muhalefetten birinin ağzından, önümüzdeki seçim ile 72 yıl evvel Demokrat Parti’yi iktidara taşıyan seçim ortasında benzerlik kurulduğu işitilse ve benzerliği kuran muhalif siyasetçi, o seçimin iktidar sultasına, diktasına karşı verilmiş bir çaba sonucunda kazanıldığını söylese, hele bir de ağzından ‘Anadolu ihtilali’ üzere bir kalıp da çıksa, herhalde kendisini bir müddet sonra yargı önünde bulabilirdi.
İktidar sözcüsünün muhalefete seçimde kullanılabilecek böylesine bir sufle vermesi ne palavra söyleyeyim beni çok şaşırttı.
Üstelik tam da, zati başında 2 yıl 7 ay 15 günlük kendisini ‘siyasi yasaklı’ kılacak bir mahkeme kararı kaygısı varken, hakkında içişleri bakanlığının hazırladığı bir rapor sonucu terörle bağlantılı şahısları işe aldığı soruşturması da açılmış bulunan, İstanbul’un yüksek oy farkıyla seçilmiş büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik yeni bir dava açıldığı haberinin kamuoyunun bilgisi dahiline girdiği gün yapıldı AK Parti sözcüsünün açıklaması…
Seçime beş kala birbiri arkasına açılan soruşturmalar, davalar ve mahkumiyet kararları ile onlara muhatap olan kişinin beklenen cumhurbaşkanı adaylığı ortasında irtibat kuranlar da var zira.
Hatta yapısı değiştirilmiş ve üye sayısı arttırılmış Anayasa Mahkemesi’nin, muhalefet partilerinden biri -HDP- ile ilgili kapatılma başvurusunu görüşmesi ve birinci iş olarak partinin banka hesaplarını dondurma kararını 7 üyenin karşı oyuna karşın yalnızca 8 oyla alması da tekrar bu haftanın haberi.
Yani bu da seçime beş kala meydana gelen bir gelişme.
İşin farklı istikameti, Anayasa Mahkemesi’nde alınan kararda HDP aleyhine oy kullananların son sekiz yılda eklenmiş yeni üyeler, karara karşı oy kullananların da daha evvelki devirden kalma üyeler oluşudur.
Öteki muhalefet partileri de HDP’nin banka hesaplarının dondurulmasına ve bir sonraki adım olan kapatılma ihtimaline karşı çıkıyorlar.
Değişik demokratik ülkelerin medyası da, en son Hindiistan’ın The Hindu gazetesi ile Amerikan Washington Post gazetesi üzere, Türkiye’deki bu gelişmeleri otoriterleşme işareti olarak görme ve gösterme eğiliminde.
O cins yayınlarda kullanılan gereçler, İmamoğlu ile ilgili açılmış ve açılacak davalar ile HDP’yle ilgili gelişmeler…
Böyle bir siyasi ortamda, dışarıdan taarruzlara maruz kalan iktidar içerisinden bir sözcünün, 1950 öncesi Türk siyasi hayatını ve halkın o iktidara karşı sandıkta gerçekleştirdiği değişimi hatırlatan çıkışı, daha evvel iki tarih ortasında benzerlik kurmayı hiç düşünmemiş insanların zihnini iktidar aleyhine bulandırmaktan diğer bir işe yaramaz.
İktidar, seçimi 14 Mayıs günü yapmayı nitekim istiyor olabilir mi?
İstiyorsa bu nasıl bir akıldır, hayret.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden motamot alınmıştır.